''When you have to shoot, shoot. Don't talk.'' - Tuco

12.2.11

The Deer Hunter - Avcı



fkaa*:Deer Hunter diye film var izleyelim mi?
fka*  :İzleyelim. 
fkaa:İyi o zaman.
fka  :Öhh 3 saat
fkaa:Ne yapalım o zaman?
fka  :Bilmem
fkaa:Başka ne film var?
fka :Var işte bir sürü
fkaa:Ne izleyelim söyle
fka :İyi aç Deer Hunter'ı izleyelim. Avcılıkla ilgili herhalde.

İşte The Deer Hunter'ı böyle izlemeye karar verildi. Uzun olması dolayısıyla biraz tırstık ama başladık izlemeye. Filmimiz 1978 yapımı, Robert De Niro, Christopher Walken, John Savage, Meryl Streep gibi çok sağlam bir kadrosu var. Uzunluğuna bakarak izlemekten vazgeçmeyin yazık olur. Aslında 6-7 tane film izledim ama bunu yazmaya karar verdim. Uzun bir ara vermemin nedeni ise tamamen tembellik. İnşallah bu yazıları okuyanlar vardır.

Christopher Walken ve Robert DeNiro
İlk önce biraz konudan bahsedip daha sonra mesajlara döneceğim. Zaten son yazılarımda böyle bir çizgi tutturmaya çalışıyorum. Şükür ki şu anlık her şey yolunda. Amerikan kasabalarının birinde ki bu kasaba Pennsylvania'da. Rus kökenli aileler ve çocuklarından oluşan bir ekip. Ancak filmin anlamadığım kısmı, bu kasabanın tamamen mi Doğu Avrupalılardan oluştuğu yoksa bir kısmının mı böyle olduğu. Bu sorurnun nedenini yazının devamında söyleyeğim. Bir türlü giremedim konuya.

Bu gençler avcılık olayını hobi olarak benimsemiş durumdalar. Boş vakitlerinde avcılıkla uğraşıyorlar. Ancak filmimiz tam da Vietnam Savaşı zamanında geçiyor ve bu gençler orduya yazılmışlar. Üçü savaşa gidecekler. İşte afişimizin neden bu şekilde olduğu da bu savaşın karakterlerimize çektirdiklerinin sonucu. Savaşta esir düştükleri Vietkong askerleri tarafından Rus ruleti oynatılıyorlar ve olaylar gelişiyor.


Şimdi gelelim neden kasabanın Rus populasyonuna karar veremediğime: Öncelikle sağolsunlar filmimizin başında bir düğün sahnesi var ki evlere şenlik. Bir düğün yapıyorlar bir düğün yapıyorlar. Yapmalarında sorun yok ama bu kalabalık nedir? Bu oyunlar nedir? Herkes sorunsuz bir şekilde yerel dans ve şarkılara eşlik ediyor. Birde işin ilginç tarafı bizim bu düğünün her anını izliyor olmamız. Yanlış hatırlamıyorsam 35-40 dakikaya yakın düğün izliyoruz. Ancak daha sonra düşününce bu durum oldukça mantıklı. Bize bu insanların önceden ne kadar birbirine bağlı olduklarını göstermeden ileride yaşadıkları problemlerde onlarla birlikte o acıları düşünebilmemiz buna bağlıymış meğer.

Rulet sahnesinde Christopher Walken
İzlerken aklınıza takılan ve en çok tepkinizi çeken durum şu: ''Ya bunların ne işi var savaşta. Otursunlar oturdukları yerde.'' İşte burada da devreye gereksiz bir Amerika sevgisi ortaya giriyor. Amerikalı bile olmayan bu insanların neden Amerikanın haksız olduğu bir savaşa dünyanın öbür ucuna gitmek konusunda bu kadar istekli olduklarının birkaç nedeni olabilir ama benim aklıma gelen öncelikli durum şu: Bu insanlar tartışmasız bir şekilde ya Rus kökenli ya da Doğu Avrupalılar. - İkisi de birbirine yakın kapılara çıkıyor. - Öyle bir dönemde kendilerini Amerikan toplumuna kabullendirmeye, adapte etmeye ''bakın bizde Amerikayı seviyoruz.'' haline sokmak olabilir. Ancak filmde bu konudan hiç bahsedilmiyor. Hatta üzerinde birkaç sahne dışında hiç kafa bile yormuyorlar. Düğünden sonra bir bakmışız savaştayız.
 
Ancak savaştan dönüş her savaş gazisinde olduğu gibi hiçte olumlu sonuç vermiyor. Hepsinin hayatı köklü bir şekilde değişiyor. Hepsinin sonu farklı bitiyor. Sadece şunu söyleyebilirim. Hiçbirinin sonu iyi değil. İşin ilginç yanlarından biri de yine bu insaları alkışlarla, tebriklerle savaşa gönderen insanların dömüüşte de aynı şekilde bir hava yakalaması ve yine partiler hazırlamasıydı. Gerçekler bile bu insanları yıldırmamış ya ne diyebilirim. Siz Amerikan cesaret şarkılarınızı söylemeye devam edin.


Michael'ın (Robert De Niro) savaştan döndükten sonra gittiği avda gördüğü geyiği vurmamasının nedeni tamamiyle ölümün gerçek yüzünü görmesidir. Ölümün, öldürmenin ve ölmenin ne demek olduğunu anlaması ve o hayvanın sadece zevk uğruna öldürülmesine karşı durmak, taraf değiştirmektir. Vietnam'da esirlere yapılan muamelede aynı değil miydi. Aynıydı. İşte bu yüzden geyiğin canını bağışladı ve taraf değiştirdi.

Filmde kafama takılan bir nokta daha vardı ki o da şu: Düğün sırasında gelen askerin akıbeti. Nedir, ne iş yapar, neden geldi, kimi tanır, amacı nedir? Bu soruların hiçbirine cevap verilmedi. Biraz düşünürsek savaştan dönen başka bir gazi olduğu ve onunda tamamen depresyonda olduğunu belki farkederiz. Ancak o anda aklınıza ''herhalde bunları götürmeye geldi'' geliyor.


Fragmanda filmin ismini neden her sahnenin ardından yazdıklarını anlamadım.

Son olarak Meryl Streep'in biraz geri planda kaldığını düşünüyorum. Gerçi bu kadar önemli oyuncunun yanında ''e daha ne olsun'' diyebilirisiniz ancak bir kademe daha önde olsa tam havayı yakalardı. Ayrıca düğünden sonra gecenin bir yarısı arabada çekilen sahnede Christopher Walken oldukça kormuş çünkü hıza karşı fobisi varmış. Bende IMDB'nin yalancısıyım.

İşte Deer Hunter böyle bir film. Filmin mesaj verip vermediği size kalmış. Belkide ben kendimi zorlayıp böyle çıkarımlarda bulundum. Belki de yazarların ve yönetmenin hiç böyle bir amacı yoktu ama böyle düşününce filmden zevk aldığınızı anlıyorsunuz. İzlenebilecek bir film. O kadar düğün sahnesi izlemenize rağmen hiç sıkılmıyorsunuz. Ayrıca avcılık gibi bir olaya tamamen karşıyım. Bunu da belirtmeden geçmeyeyim. Böyle yanlış, böyle gereksiz bir uğraş yok.

İzleyin, izlettirin.
İyi seyirler...

*fka: filmin kötü adamı
*fkaa: filmin kötü adamının arkadaşı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder