''When you have to shoot, shoot. Don't talk.'' - Tuco

15.3.12

Machuca



 ‘’Beş sene içinde, arkadaşlarının nerede olacağını biliyor musun? Üniversiteye başlayacaklar ve sen de tuvaletleri temizleyeceksin. On yıl sonra ise, arkadaşların babalarının şirketlerinde çalışıyor olacaklar ve sen hala tuvalet temizliyor olacaksın. On beş yıl sonra, arkadaşların babalarının şirketlerinin sahibi olacaklar ve sen? Tahmin et ne yapacaksın. Hala tuvalet temizliyor olacaksın.’’

41. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde açılış filmi olarak gösterildikten sonra vizyona giren Andres Wood imzalı filmimizin ismi Machuca diye yazılır ‘’Maçhuga’’ diye okunur. Ana karakterlerin çocuk olması sebebiyle geçtiğimiz
incelememdeki This Is England ile benzerlik taşıyan bir yapım Machuca. Tamamen tesadüfi olduğunu da eklemeden geçmeyeyim. Ayrıca bu yazı film hakkında bilgiler içerebilir. Dikkat edin.


Salvador Allende’nin sosyalist hükümetinin iktidarda olduğu yıllar. Sosyalizmin getiri ve götürüleriyle Şili tam bir değişim halinde. Özel bir katolik okulunun müdürü Peder McEnroe da bu değişime kendi okuluyla katılıyor. Fakir çocukları kendi okuluna getiriyor. İşte filmimize adını veren Pedro Machuca da hikayeye burada dahil oluyor. Bundan sonra da Gonzalo ve Machuca’nın dostluğu oluşmaya başlıyor.
Gonzalo ‘’Made in Germany’’ yazan Adidas ayakkabılarıyla Şili’nin kapitalist yüzünün aynası. Tam bir gözlemci. Olaylara müdahele etmek yerine izlemeyi tercih eden, sesini çıkarması öğretilmemiş bir çocuk. Tıpkı toplumdaki değişimlere sırf kendini bulaştırmamak adına sesini çıkarmayan, tek derdi değişen dünyada kendi küçük hayatını muhafaza etmek isteyenler gibi. Ancak diğer çocuklardan farklı olarak olan bitenin farkında olan bir çocuk. Sesini çıkarmak için yanıp tutuşan bir çocuk. Bu sırada siyasi ve toplumsal gerginliklerin etkilerine rağmen Machuca ile arkadaşlıkları gelişiyor.

Matias Quer - Ariel Mateluna

Gerginliklerin okula olan etkisinde velilerin çatışmasını da görmeden geçmiyoruz elbet. ‘’Böyle konularda da hep çocukları kullanıyorlar.’’ diyenler olacaktır. Ancak çocukların kullanılması Machuca için çok doğru bir seçim. Bu sayede film boyunca toplumun, bir çocuğun gözünden nasıl bir değişim gösterdiğini görebiliyoruz. 73 Şili'sinin her iki tarafını ve bu taraflarda yetişmiş iki çocuğun belkide büyüklerin dünyasında yaşanması mümkün olmayan arkadaşlıklarını izleyebiliyoruz. Evet, işte bu nedenlerden dolayı çocuklar var ve olmaları da güzel.  Dünyada her şey değişirken yalnızca kendi dünyalarında yaşayan ve çıkar gözetmeden yalnızca insan olan çocuklar.

Bu süreç içerisinde Gonzalo da Pedro’nun hayatını deneyimleme imkanı buluyor. Küçük adımlarla cinselliği keşfediyorlar. Tesadüfe bakın ki Gonzalo da This Is England’daki Shaun kadar iyi öpüşüyor.


Bu olaylar yaşanırken Şili tarihinde hiç de iyi anılmayan 73 darbesi gerçekleşiyor ve Pinochet diktatoryası başa geliyor. İşte bu anlarda dünyanın neresinde olduğunuzun fark etmediği insana düşündürtülüyor. Benzer durumları yaşamış bir ülkenin tarih bilinci olan vatandaşlarına çok tanıdık gelen olaylar. Sonuç mu? Bir umut hayatlarının değişeceğini düşünen fakirlerin dünyası yeniden çöküşe geçiyor, postallar altında eziliyor. Zenginlerse umutsuzluğa kapıldığı yıllardan daha zengin, daha mutlu ve daha fazla ‘’mobilya’’ ile çıkıyor. Ne tezat ama. Darbeden sonra okulda uzun saçlı öğrencilerin saçlarının kesildiği sahneler nedense çok tanıdık geldi ama bilemedim şimdi.

Şilinin yakın tarihiyle ilgilenen, siyasi gelişmelerin topluma olan etkisinin başarılı bir şekilde yansıtıldığı bir film Machuca. Değişimi çocukların gözünden gösteren ve fazla taraf tutmadan seçimi size bırakan bir film. Olaylara yaklaşımındaki romantik ancak bir o kadar da gerçekçi olan tavrı finale doğru tavan yapıyor. İzledikten sonra oturup bir süre düşünmenize neden oluyor ve vermek istediklerini verip, ödüllerini topladıktan sonra bir kenara çekilip gerisini size bırakıyor. İşte bu nedenlerden dolayı bu yazıyı yazan kişi Machuca’yı deneyimlemenizi salık veriyor.

Filmimizin kötü adamı ise ‘’kapitalizm ve Pinochet’’ . Ben ayrıca sonradan gelen okul müdürüne takıldım. Gerisi size kalmış.

Bu yazıyla birlikte yakın tarihi merak eden sevgili insanları buradan alalım.

İzleyin, izlettirin, iyi seyirler...

4.3.12

This Is England - Burası İngiltere




-''Bazıları bize Nazi diyor. Biz Nazi değiliz. Hayır, biz milliyetçileriz. İşte insanların bizi bu şekilde sınıflandırmaya çalışmasının bir nedeni var ve bu tek bir kelimeyle açıklanabilir baylar: Korku.''

*Bu yazı ‘’spoiler’’ olarak tabir edilen, okuduğunuzda filmde yaşanan olaylar hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz ve buna bağlı olarak yazara çeşitli lanetler gönderebileceğiniz unsurlar içerebilir.

,Bir süredir aklımda olan ancak bir türlü izleme fırsatı bulamadığım bir film This Is England (Burası İngiltere). Şu sıralar Iron Lady filminde Meryl Streep’in canlandırdığı Margaret Thatcher’ın iktidarda olduğu yıllar. Britanya, Falkland Adaları için Arjantinle savaşta. Zaten filmimiz de o döneme ait görüntüler ve Toots & The Maytals grubunun ‘’54-46 was my number’’ gibi muhteşem bir şarkıyla ‘’motor’’ diyor. Sırf bu dakikalar bile insan üzerinde film için müthiş bir merak uyandırıyor.

Filmde beğenimi kazanan ilk noktalardan biri renk paleti, bir diğeri ise görüntüydü. Dönemin yaratılması ve kostümler ise oldukça başarılı. Bu unsurlarla dönem filmi estetiğine giriş, konu 101 tamam. !?!

Thomas Turgoose - Joseph Gilgun

Karşımıza 12 yaşında, başucunda babasının fotoğrafıyla uyuyan Shaun karakteri çıkıyor. Bilmiyorum, belki beklentilerim yüksekti ancak Thomas Turgoose’un ilk andan beri bir şeyler vaadettiği anlaşılıyor. Yazının başında da bahsettiği gibi film o dönemin siyasi ve askeri problemlerinin topluma etkisi üzerinde durmuş. Bu konudaki ilk bağlantıyı Shaun’un babasının Falkland’da ölmüş olduğunu öğrenerek kuruyoruz. ‘’Ah yapma işte bunu’’ tepkisi vereceklere söyleyeyim; bu durumu filmin ilk dakikalarında öğreniyorsunuz.
Yalnız bir çocuk Shaun. Dalga geçilen, itilip kakılan, bulunduğu yeri ve zamanı sevmeyen bir çocuk. Woody ve saz arkadaşlarının oturduğu tünele girdiğinde yeni bir belanın daha geldiğini düşünüyorsunuz ancak davranışlarıyla en beklenmedik yerlerde sevginin bulunabileceğini gösteriyor film bize. İşte bu tanışmadan sonra Shaun kendini ait hissetiği, kabullenildiği bir grubun içinde buluyor.Onlar gibi olmaya çalışıyor. Kişiliğinden kıyafetlerine kadar tam anlamıyla metamorfoza giriyor. Ne hoş.
Buraya kadar milliyetçiliği birkaç duvar yazısı dışında bir yerde hissedemezken Combo karakterinin gelişiyle trenimiz rayına oturuyor. - Snatch filmiyle geniş kitlelerce tanınmaya başlanan Stephen Graham daha ilk dakikalarda bize nasıl bir oyunculuk göstereceğinin ipucunu veriyor. – İşte bundan sonra milliyetçilikten şovenizme geçen olaylar silsilesi başlıyor. Film, bir bakıma Combo’dan önce ve Combo’dan sonra olarak ikiye bölünüyor. Ah şu ‘’Paki’’ lafı yok mu.

Stephen Graham - Combo

Karşımızda İngilterenin refah seviyesinin yüksek olduğu yıllardan sonra işsizlik, işçi sınıfı ve göçmen oranının artması sebebiyle ortaya çıkan aşırı milliyetçi bir bakış açısı var. Meselenin çıkış noktasını göçmenlerde görüp, olayın sadece İngiliz olmakla ilgili olduğunu sanan.
‘’12 yaşında bir çocuğun bu işlerle ne işi olur?’’ diyenler cevabım: Ne işi olsun? Varsın yoksun türlü eylemlerle dolduruluyor, kullanılıyor. Aslında dolduruluyor yanlış bir kullanım. Boşaltılıyor. Babası nedeniyle içinde birikenler boşaltılıyor. Bir bakıma baba şefkatini ararcasına büyüklerin peşinden gidiyor. Ancak çocuk, her yerde çocuk. Yalnızca daha cesur ve daha olgun bir çocuk. Herkesin hakaretler yazdığı duvara kendini adını yazmasını, her an gülmesini bilen bir çocuk.
Peşinden gidilen ideolojilerin ikiyüzlü bir şekilde kullanımı ise dikkat edilesi. Siz değil miydiniz çalışıp ekmeğini kazananlara başımızın üstünde yeriniz var diyen? Yine de filmin amacı bir bakıma ideolojileri kötülemek değil, meselenin temelini ele almak. Ancak bu konuda Shaun’u ne kadar temellendirebilirsek Combo bir o kadar havada kalıyor. Hapishane geçmişi dışında yaşadıklarını bilmediğimiz için yaptıklarında sebep-sonuç ilişkisi kuramıyoruz. Bu nedenle Combo karakteri dışarıdan gözlemleyebildiğimiz ancak bir türlü içine giremediğimiz birine dönüşüyor. Ne var ki dikkat etmeyenlerin gözüne kolay kolay çarpacak  bir durum değil.

Filmimizin son iki sahnesi ise dikkatle izlenesi, üzerine bir daha izlenesi, müzikleri ise keyifle dinlenesi. Evet, müzik konusuna girmişken belirtmeliyim ki o dönemden kopup gelmiş oldukça başarılı müziklerle seyir zevkim tavan yaptı.

Bir dönem İngiltere'sini ve o dönemdeki idolojiyi oldukça başarılı yansıtan bir film This is England. Meseleyi eleştrimekle beraber meselenin temeline de inmeye çalışmasıyla takdir edilesi. Bazı yan karakterlerin eksik yansıtılması gibi bir problemi olmasıysa sıkıntılı bir nokta. Oyunculuk ise genel itibariyle çok başarılı ancak Thomas Turgoose ve Stephen Graham’de uçuşa geçiyor. Bağımsız bir yapım olması ise sabası. ‘’Öeh, bunu izleyeceğine American history X izle.’’ diyen beyinlere karşı lütfen çok kötü davranmayınız. Onlar da insan.

Adet olduğu üzere birkaç küçük not eklemek gerekirse: 1983 yılında geçen filmin, yine aynı oyuncularla çekilen This is England ’86 ve This is England 88’ isimli iki dizisi de mevcut. Ancak ikisi hakkında da herhangi bir fikrim yok. Film, sonunda çıkan ‘’Sharon Turgoose’un anısına’’ yazısıyla Thomas Turgoose’un filmin çekimleri sırasında vefat eden annesine adanmıştır. Filmimizin kötü adamı ise ''ırkçılık''.
Son olarak, ırkçılık sebebiyle hayatları alınan tüm insanları saygıyla anarak bu incelemeyi de noktalıyorum.

İzleyin, izlettirin, iyi seyirler...